25 Mayıs 2010 Salı

festival gibisin atılmak istiyorum, önlerden yer kapıcam



sevgili günlük.


annem anavatana, ayaşa gitti. ve ben bu üç günlük süre içinde kesinlikle doktorayı bitirmeden önce evlenmemem gerektiğine karar verdim. işten gelip, yemek yapıp, yiyip, makinaya dizip çayı demleyip dötümü yere koyana kadar saat dokuz buçuğu geçiyo. ondan sonra da ben kitap açıcam daaa uykum gelmeden çalışacam daaa şu kodumun tezi bitecek. yemezler.. zaten bi saattir derin bi iç sıkıntısı yaşıyorum. bana hep olur, içimde bi sıkıntı vardır, vardır ama bi türlü nedenini bulamam düşünür düşünür dururum, sonra aklıma gelir sıkıntı artar, ama keşif hazzı yaşarım saçma bi şekilde, aynı onu yaşıyodum demincek. yahu dedim kötü bişey oldu üzüldüm ama neye üzüldüm. bi düşündüm iki düşündüm beş dakka sonra buldum: 65. göt kpdsnin bana uygun gördüğü rakam bu. renan'ın millet nedir'inin türkçesini okumama rağmen artizlik olsun literatürde diye ingilizcesini atlaya zıplaya okurken aklıma geldi kpds. dedim açıklanmamıştır. içimdeki gavır dedi kesin açıklandı. gavır kazandı, ben 65i gördüm, renan ı bıraktım. sence bu tez biter mi günlük? iki ay kaldı lan ben hala literatürde artizlik peşindeyim.


zaten hala festivalin rehavetini yaşıyorum..

geçen iki haftam bok gibiydi. işte resmen semer eşşeği gibiyim. ne iş gelirse veriyolar anasınısatıyım. açık açık da işi "iyi" yaptığım için sürekli bana geldiğini, verdiklerini söylüyolar. iyiden kastım diğer araşgörlerin yaptığı gibi surat asmadan, zamanında, benim işimmiş gibi yapmammış. öyle dediler. utanmadan zam da talep ettim dekan ve yardımcısından ama rakı sofrasında bir hoş seda olaraktan kala kaldı. şu iki haftada naaptım. bir ingilizce sınavında gözleri fıldır fıldırı geçip foldor foldor dönen öğrencilere kopya için arada kızıp arada yol verirken ioanna kuçuradi geliyor bak bi daha göremezsin mutlaka gel daveti aldım. dedim gelirim annem de sen koca fakülte başı yardımcısısın (nam-ı diğer kıvırcık diyim artık bu paragrafta, hem yine birileri keşfetcek die göt korkusundan hem de tipinden dolayı. herkes o adam gibi olsa vallaha ülke düze çıkar) böyle ta ayaama gelme, dert etme yiğidim 2'de ordayım. iç sesim ise yimişim panelini, önce bi yemek yerim, göbeğime kuvvet sonra sohbet muhabbet, aonra bi de uğrarım azcık panele laflarını çoktan sarfetmiş idi. yemeği yedikten sonra tekrar aradı canım kıvırıcık, dedi biz malumundur osuruktan bir yeriz, günde sana beş posta hava atan araşgörlerin bir tanesi bile yok şimdi ortada, koskoca kuçuradiyi getiriyoruz ama ağırlayacak kimse yok, konuşmadan sonra bi kahve içer misin onunla, sonra da misafirhaneye götürürsün. dedim yiğidim sen yeterki iste değil kahve içmek elini ayağını öpeyim ben onun. gittim apar topar salona, 7-8 yıl önce koridorlarda gördüğüm, bankaya girince çalışanların ayağa kalktığı ak saçlı şeker kadın en önde sakin sakin oturmakta. hemen gittim tanıştım, dedi sen bizim komşuymuşsun, he ya didim ben sizi tanırım siz tanımazsınız beni 4 sene komşuyduk hacettepede, az canım burnuma gelmedi kitaplarınızı okucam diye. kadın tam 2 saat ayakta konuştu, o yaşta iki saat, hey maşşşşallah. üstünde bir tayyör, içinde el örgüsü kazak, hış gibi ağır el çantası. taşıyalım deli ağır dedikçe, bu hergün böyle ben alışkınım dedi. konuşurken kendimi sürekli hacettepede ve tam kafamda oturtamadığım felsefe derslerinde hissettim. tarih mi insan mı kadın belli değil. inanılmaz mutlu oldum kadının yanında, bi eve gidiyim dedim yalayıp yutmazsam namerdim bütün okumadığım kitapları. (o gün bugündür bir kitabı bitirdiysem noolayım, tanrım nütfen tez bitsin) bizim fakülteden çok öğrenci yoktu konuşmada daha çok hukuk ve edebiyat fak. ağırlıklıydı. organizasyon o kadar kötüydü ki soru cevap kısmında mikrofonu bile ben taşıdım ordan oraya, her işi yaparım. bizim tv hocayla röp. yaparken zaten arkadan ayna gibi görünmüşüm, ben zannediyorum çerçevelediler kadının kafasını, meğer onunkiyle birlikte benimkini de çerçevelemişler, sallamasyon kafalılar. annem iki gün sonra tvde kuçuradinin arkasında beni görüp ah kızım bi denem tarzında ekranda beni sevdi sanki yanında canlı kanlı oturan ben değilmişim gibi. panelden sonra bir şeyler içtik hocayla, tesadüf ki aynı gün harun tepenin de konuşması varmış fels. bölümünde. o da geldi, dedim çift dikiş bi halde siz beni tanımazsınız da ben sizi tanırım hoca, sizden ders almıştım.

iki gün sonra bu sefer umur talu gelecek sen ağırlayacaksın dediler. dedim hay hay alıştık. asiste ettiğim bi derste öğrenciler etkinlik yapmak zorundalar, afişli, basın bültenli filan. bu da onlardan biriydi. adama resmen bayıldım. hem yandaş hem yeni recep bey tabiriyle 'yoldaş' medyadan olmamak, hepsine meydan okumak, doğanı yalamamak yürek ister. tabir caizse taşaklı bir aileden gelmenin verdiği avantajları hakkıyla kullanmış hatta kat kat ötesine geçmiş bi insan şu dakkada gözümde. onunla da konferansı önce yimee gittik, bitince çay kahve içtik, sonra o rakıya biz biraya geçtik. dedim kuçuradi olamam kesin acaba umur talu mu olsam... ama doğan çağırsın şu dakkada koşarak gitmeyen nolsun..


belin nerde büküldü derseniz. aynı günün akşamı adamı trene gönderip koşa koşa merkeze indim kıvırcıktan gelen gel yemek yiyelim içerekten teklifini reddederek. haftasonu sokak festival gibisin katılmak istiyorumu olacaktı ve ben de çok şaşırtıcı ama bu etkinlikte de mevcuttum. olay ne diyceksin şimdi sen günlük. olay şu. okulun bütün fakültelerinden sanat sepet işinden anlayan gönüllü öğrenciler, özellikle gsf adaların kenarına cumartesi zebahınan dizilen standlarda kendi işlerini yapmaya başlıyolar. asıl amaç işlerini orda yapmaları değil işlerini ordan geçen insanlarla yapmaları. seramik yapanı mı ararsın spreyle duvar boyayanı mı. 25in üzerinde böyle iş yapılıyor. resim öğrencilerinin etkinliği en bayıldıklarımdandı bu sefer. yere serilen bir branda ve üstünde dizlerine kadar boyaya batmış dört beş yaşındaki çocuklar. ebru standında bi amca da beni ayrıyeten kopardı ki şurada tarihe not düşmek isterim kendilerini:


amca: kızım napıyosun

ebru yapan kız: ebru yapıyorum amca.

amca: haa ebru gündeş mi?



standlarla birlikte başka gösteriler de oluyor, sokak çalgıcıları ve yoksul bir okulun bizim öğrencilerin eğitime gittikleri kız çocuklarının halk oyunları gösterisi gibi.

akşam 5e doğru standlar kapanıyor ve porsuk üstüne duba sahne kuruluyor müzik grupları için. aynı zamanda suboyunun ilerisinde bir parkta da açıkhava sinema gösterisi yapılıyor.(gösterdiğimiz film artı onüçmüş iyi mi, sokağın ortasında sevişme sahneleri) bütün süreci de öğrenciler götürüyor, kritik durumlarda bizden müdahale almak üzere. geçen sene olay çok rahattı, ben asistanı olduğum hocayla mal mal güneşin altında öğrencileri izlerken yanımıza bi kız gelmiş bizim kafenin yeri süper gelin orda oturun diye bizi kafesine götürmüştü. hakkaten bütün gün balkonunda oturup ordan olayı izlemiştik habire de içmiştik arka masamızdaki nuri alçoyla beraber. ben de zannediyorum hoca gidince ben yine aynı masayı ayırtıcam da votka mı içsem bira mı diye göbeğimi kaşıya kaşıya düşünüp arada yanıma dinlenmeye gelen çocuklara bişeyler ısmarlıycam. anam sabah hocam şu sizde dursun diye telsizlerden birini elime bi tutuşturdular sonra oraya gel buraya git, şu nasıl olcak bu nasıl bitcek sabahın köründen gecenin dibine kadar deli gibi ayakta durarak öksürürken bile belimi ağrıtmayı başarabildim. telsiz dediğinden zaten bişey anlamıyorum, polis gibi habire kulağımda, duyuyorum mesele değil ama ne diyolar anlamıyorum. beton çivisi mi aramadım o gün, masa mı taşımadım, güvenliklerle kavga mı etmedim. tek yapamadığım geçen seneki ikinci katımda oturup bira yudumlamaktı. ebru bile yapamadım anasınısatıyım, en çok istediğim şey. allahıma şükür bitti ya, o günden beri suboyuna gitmedim bi kaç ay daha gitmeyi düşünmüyorum, koca yeri arşınlamaktan midem bulandı o gün. cumartesi sahneye çıkan korkunç bir adam vardı, tepeden özellikle istediler adamı. bu şehrin halkı çok severmiş de, sahnesi iyiymiş de, sanata emeği çok uzunmuş da. dubanın yanında adamın bi şarkısını dinledim ve ben gidip bi çay iççem dayanamam yoksa dedim çocuklara. kıyamam hepsi geldiler peşimden. söylene söylene kafeye çıktık, söylene söylene çayımı içtim. sürekli başımıza daha kötü ne gelebilir adamın sese bak, tarza bak, üstelik peruğu var rüzgarda uçmasa bari derken pat pat bi ses geldi. suyun içinden bir araç havai fişek atıyor ama hava aydınlık. bildiğin aydınlık. açık havada havai fişek patlatılan bi organizasyon yani. melih gökçek kendi gitse ruhundan kurtulamayacak ne ben memleket. o dakkada daha kötü ne olabilir demeyi bıraktım oluyomuş.


yine de bir devrimci olamadım bari şu işlerden az para yapayım kendime diyorum..


son olaraktan seni seviyorum günlük, şu teze de söylersen ve çabuk biterse hem seni hem tezi hem herkesi sevicem..


Hiç yorum yok: